29 Ağustos 2016 Pazartesi

Benim için en kederli (hüzünlü değil) anlar, hep sabah vakti olmuştur. Bir şekilde uyanırsın, gözlerin hala kapalıdır. Gözlerini açmak istemezsin dünyaya.

Bu arada hüzünle keder arasında farklılıklar var. Hüzün daha naif bir hayat anı. Mimiklerin fazla oynamaz. Karamsarlık çökmez, hafifçe dalgalanırsın ruhunun derinliklerinde. Keder ise bambaşka, tüm mimiklerin çalışır, kaşlar çatılır, dünya siyah beyaz olur. Ağır bir cenaze marşı gibi bir şey çalar fonda.

Sabah; bir ömrün başlangıcı gibi bir şey. Pek tabi biz az da olsa yaşayıp görmüş olduğumuzdan, o ömrün başında olmayı hiç istemeyiz. Sabahın ilk ışıklarını kaçırdığında artık geriye dönüş yoktur. Sabahın ilk ışıklarında dünya daha bi aydınlıktır, beyazdır. Sararır sonra sapsarı olur. Dünyamız gündüzleri aydınlanmıyor aslında sararıyor. İşte o sarı ışığın altında dahi güzel görünmez dünya. Bugün de herkes aynı yerinde aynı şeyleri yapıyordur. Ne demişti ünlü biri, güneşin altında yeni bir şey yok. Yok işte yok, her şey sıcak, sarı ve rüzgarsız.